Hep aşk diye anarlar İstanbul’u. Asla bırakamadığın o kadın
gibi, şehvetli, naif, gururlu, güzel ve alımlı.
Öyle ya, her defasında gitmek isteyip de gidemediğin, her
kaçtığında yine dönüp, dolaştığın yer değil mi İstanbul? Benim öyle..
Kapılarıyla, adalarıyla, kuleleriyle, ara sokaklarıyla,
eskicileriyle, kaldırımlarıyla İstanbul hep başka. Bir vapur düdüğünde içtiğin
sıcacık bir çayla başlarsan güne, martılar eşlik ederse hele o gün nasıl güzel
geçmez?
İstanbul demek olanca kargaşanın içinde huzuru bulmak demek
değil mi biraz da? Mesela Galata’nın kalabalık sokaklarında, hep bir yere
yetişme telaşında olan insanlar geçerken yanından, kuleye çıkarsın da tüm o
uğultular aşağıda kalır, sen gökyüzü ile başbaşa.. Hezarfen’in ruhuna dokunan o
ılık rüzgar, senin de döndürmez mi başını?