15 Aralık 2007 Cumartesi

Sarsıcı "DALGA"

13 Aralık akşamı bir arkadaşımızın davetiyle Kenter Tiyatrosu'nda gerçekleşen "DALGA" adlı oyunun prömiyerine gittik.. Hayatımın oyunuydu.. Oldukça iyi düşünülmüş, dekoru çok iyi, oyuncuları çok iyi, konusu oldukça değişik bir oyundu.. Özellikle son sahne müthiş bir yerden vuruyordu insanı; Mr. Ross'un öğrencilerine söylediği etkili cümle görsel bir darbeyle birleşip, avuçlarımız patlayıncaya kadar alkışlamamızı gerektirdi..

Tiyatro Dünyası'ndan alıntıladığım tanıtım;

Donkişot Prodüksiyon’un sahneye koyduğu yeni oyunu “DALGA” da, yılların deneyimli tiyatro oyuncuları Levent Ülgen, Ayçe Abana, Metin Coşkun, Faruk Akgören başta olmak üzere Ekin Türkmen, Çetin Güner, Serdar Yeğin , Ayşegül Alpak, Onur Dikmen, Duygu Eren, Ece Özdikici, Fatih Sönmez, Serhan Süsler ve Serhat Teoman gibi genç jenerasyonun başarılı isimleri de bu dev prodüksiyonda biraraya geldi. Türk izleyicisini derinden etkileyecek olan “DALGA”, her insanın içindeki zorbalığı ortaya çıkartan bir fenomeni kullanarak, insan ruhunun derinliklerini de inceleme fırsatını sunuyor.
Amerika’da bir kolejde tarih öğretmeni Ron JONES’in yaşadığı bir deneyden hareket ederek Alman Reinhold TRITT tarafından yazılan oyun; başlangıçta bir disiplin oyunu olarak gelişen, sonrasında bütün okulu içine alan bir çılgınlığa dönüşen deneyi anlatıyor.

A.B.D Gordon College’da tarih öğretmeni olan Ben Ross, II. Dünya Savaşı ve soykırımı anlattığı dersinde, öğrencilerin neden Alman halkının çoğunluğunun soykırıma karşı çıkmadığı sorusuna verecek yanıt bulamayınca, tüm sınıfın katılacağı bir itaat deneyi yaparak bu soruyu etkili bir biçimde yanıtlamak üzere yola çıkıyor.

Yapımcılığını, Donkişot Prodüksiyon’un sahibi Tarık GÜVENÇ’in üstlendiği, ÇAYHANE, UYARCA, ROMANTİKA gibi başarılı oyunlara imza atmış yılların deneyimli ve ödüllü tiyatro yönetmeni Şakir GÜRZUMAR’ın yönettiği “DALGA” oyununun dekor tasarımı Ali Cem KÖROĞLU, kostüm tasarımı Nalan Türkoğlu imzası taşıyor.

2 Kasım 2007 Cuma

Film Sobesi

Sevgili Ayça sobelemişti beni; “beni benden alıp götüren filmler”i yazmam için.. Geç kaldım, biliyorum..

Aslında çok film var beni benden alıp götüren, her filmi yaşıyorum çünkü seyrederken.. Ama biri öyle bi’alıp götürmüş ki, aşağıdaki yazıyı yazıp, mail listemdeki herkese yollamışım..

“Babam ve Oğlum..”

Bu filme gitmenizi şiddetle tavsiye ediyorum..

Daha ilk 10 dk'da şiddetli bi'gök gürültüsü geliyor taa boğazınızdan.. Zaman en iyi ilaç diye umut ediyorsunuz ama bi'yandan da sanki duygusallık artacak ve dayanamayıp çıkıp gidecekmişsiniz gibi geliyor.. Ama sadece öyle geliyor.. Mıh gibi çakılıyorsunuz o sinemanın rahatsız koltuğuna..

Eğer anne ve baba değilseniz kırgınlıklarınızı, kırdıklarınızı düşünüyorsunuz.. Anne ve babanız geliyor gözünüzün önüne.. 'ya kırdıysam' diye geçiriyorsunuz içinizden.. Film boyu elinizdeki mendil sürekli değişiyor..

Çetin Tekindor nasıl bir sanatçıdır böyle.. Oynamamış, yaşamış sanki.. Kalkıp sarılasım geldi.. Ağlama diyesim.. Peki, bu hikâye gerçek midir? Çetin Tekindor'un sözlerinde nefret gibi duran ama yüreğindeki evlat sevgisinin gözlerinden geçip izleyiciye yansıması gerçek midir?Hümeyra'nın ellerinden saçlarına kadar yansımış fedakar anne tipi, Fikret Kuşkan'ın dik başlılığını evladı için öyle ya da böyle yendiği, Ege'nin ağzından koca bi'hayatın böyle güzel anlatıldığı.. Ve daha bir sürü şey için bu filmi izlemeniz gerek..

Bir kez daha işlemiş 80 darbesini Çağan Irmak.. Darbenin uğradığı bir aileyi..

..Ve saç tokalarına kadar o yılların kokusu, duygusu geliyor gözünüzün önüne..

Oyuncular da öyle bir bakıyor ki.. Darbe ertesi hüzün burun direklerinde sanki..

Bu filmi seyredin..üstelik 1 değil 2 kere seyredin.. Kendinizi, annenizi, babanızı, kardeşinizi, bebeğinizi, arkadaşınızı bulacaksınız.. Ve onları arayacaksınız.. Seslerini duymak yeter mi bilinmez ama bu filmin böyle bir psikolojisi var.. Birilerini arayıp 'ben buradayım' demek istiyorsunuz.. Veya yanınızdakine sarılıp 'iyi ki varsın' demek..

Bu filme gidin.. Evinizi görecek, hayata sımsıkı sarılacaksınız.. Ve kırgınlıklarınızı masaya yatıracaksınız..

Öyle etkili bir film ki.. bittikten sonra bile lavaboda hıçkıranlara şahit olacaksınız..

Bu filme gidin..

Ben kefilim, gidin bu filme..

Sanki komşu evde yaşanıyor her şey ya da sizin evinizde.. O kadar gerçek yani.. Mekan, duygu her şey çok hoş ve çok iyi düşünülmüş.. En ince ayrıntı bile o anı yaşamaya yetiyor..

21 Ekim 2007 Pazar

Güle güle..

Dayım.. Annemin dayısı.. En yakın arkadaşım..

Hiç korkmadığın bi’yerdesin şimdi.. Bana da korkmamamı öğütlerdin hep oradan.. En güvenli, en güzel yer derdin hep..

Bana dinimizi sen sevdirdin dayıcım.. Ben sorardım sen cevaplardın, sen anlatırdın ben dinlerdim.. O notlar kaldı şimdi bana..

Çok akıllı bir dosttun.. Çok zekiydin.. Hep yazdın.. Yazdıkların kaldı şimdi.. Düşüncelerin kaldı bize..

Hep dimdik durdun hayata karşı.. Ufacıktın ama dimdiktin..

Şimdi ayrı dünyalardayız.. Sana yakışır bir törenle ayrıldı yollarımız.. Biliyorum ki mekanın cennet..

Huzurla uyu sen, anlattıkların hep aklımda dayıcım..

7 Ekim 2007 Pazar

Olmadı Baştan Deniz..

Ben canim Deniz’imin geçen günkü dogum gününü geciktigim için bugün kutlayabiliyorum..

Canim sakin kizma bana n’olur..

Seni çok seviyorum ve iyi ki dogmuşsun diyorum..

Öpüyorum çok çok!!

4 Ekim 2007 Perşembe

Big Ben yeniden..

13,5 tonluk çanı idare eden Big Ben`in mekanizması yenilendi. Saat, 2009`da 150`nci çalışma yılını da anacak. Londra`nın simgesi Big Ben saat kulesinin çanı 7 hafta çalmazken, akreple yelkovanı bir elektro düzenek sessizce idare etti.

Kaynak

Fotoğraf

28 Eylül 2007 Cuma

Delikli Kağıt

Bir kağıda, sadece delik açarak neler yaratabilirsiniz?
Bakın Steven Nicholson ne yapmış? Sabrını ayakta alkışlamak istiyorum :)
Ayrıntılı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

27 Eylül 2007 Perşembe

187. Sayfa Sobesi

Sevgili Perili Köşk’üm beni sobelemiş ya da mimlemiş.. Sobe şu, en yakınımızda bulunan, ilk kitaba elimizi uzatıp ,187. sayfasındaki ilk cümleyi buraya yazmak..
Kalktım, kitaplığıma gittim, neredeyse tüm kitaplarımın yerini ezbere bilirim. Yalnız, okumaya başladığım kitaplar üst üste durur bir rafta. Oradan bir kitap çektim hemen, elime gelen kitap, İlber ORTAYLI’nın “İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı” adlı kitabı.
187. sayfanın ilk cümlesi şu;

“II. Mahmud’dan beri öğrenim için Avrupa’ya öğrenci gönderiliyordu, bunun etkisi görülmemiş değildir.”

Şimdi,
Fikrimin İnce Gülü, Eda ve Palyanço’yu sobeledim :)

21 Eylül 2007 Cuma

Görünenin Ötesinde

ArkeoPera Sanat Galerisi, 18 - 30 Eylül arasında Berna Özlem Özcan’ın “Görünenin Ötesinde” adlı dijital baskı resim sergisine ev sahipliği yapacak.

Sergisinde grafik ve resim disiplinlerinden seçkilere yer veren Özcan, aynı zamanda görsel kültür mirasımıza ait donelerle, var olanın yeniden kurgulanıp nasıl sunulabileceğini sorguluyor.

Yarattığı transparan etki ile üst üste bindirilmiş görüntüler içinde belirgin renk ve biçim kontrastları ile imgeler arasında kurulan hiyerarşik düzende dominant olan görünen olurken, görünenin ötesindeki gerçeklik, imgelerin bir araya gelerek oluşturdukları bütündeki söylemleri ve izleyici üzerinde uyandırdıkları farklı duygu ve hisler olmaktadır.

Öte yandan grafik çalışmaların, bilgilendirme ve tanıtım hizmetinin ötesinde, bir sanat nesnesi olarak ta anlam kazanabileceğini ve iletişim işlevini sürdürebileceğini savunan sanatçı, tasarımlarında kullandığı simgeler ve görüntü elemanları arasında kurduğu ilişki ve anlamlandırma sürecine izleyiciyi de kendi yorumuyla ortak olmaya davet ediyor.


Ayrıntılı bilgi için bakınız.